Subscribe to RSS Feed

Peter Gabriel - Mercy Street

23 Aralık 2010 Perşembe by evo
0 yorum

Bir Bilen Olmadı

22 Aralık 2010 Çarşamba by evo

İnsan ömrü boyunca  kırdıkça oynamaya devam edebildiği kaç tane oyuncağa sahip olabilir ki  ?

Continue Reading
0 yorum

İki Kent

14 Aralık 2010 Salı by evo



Dizlerinde kalırsın bir akşam vakti
Soluklarına uğrarsın, kısılmış gözlerine
Geçersin geçersin geçersin
Gökteki tek yıldızdan üşüyerek.

Görüyorsun değil mi
Ne kadar inceldi kent
Ansızın bir kent daha görünecek.

Bak işte, duyuyor musun
Öpüldün bırakıldın sanki
Bir değil iki türlü senin de soluğun.

Edip Cansever
(Şairin Seyir Defteri )

Continue Reading
2 yorum

Gönül ki Yetişmekte

3 Kasım 2010 Çarşamba by evo



(L'éducation sentimentale)

“Hoşuna gitmiyorsam kovsun beni! Ama beni istiyorsa yüreklendirici bir şeyler yapsın! “ diye geçiriyordu içinden.
 İçini çekerek: 
_Bir adamın bir kadını sevebileceğini kabul etmiyorsunuz yani, dedi.
Madam Arnoux karşılık verdi:
 _Kadın evlenilecek yaştaysa evlenilir; ama bir başkasına aitse ondan uzaklaşılır.
 _ O zaman mutluluk imkânsız olmuyor mu?
_Hayır. Hem mutluluk hiçbir zaman yalanda, kederde, pişmanlıkta bulunamaz.
_Büyük tatlar alınıyorsa ne önemi olur bunların!
_ Deneyler kişiye pek pahallıya mal olur.
 Frederic alaylı bir yolla saldırıya geçmek istedi.
 _ Erdem dediğiniz korkaklığın ta kendisi olmuyor mu?
_İleriyi görüş deseniz daha iyi. Ödevini ya da din kurallarını unutan bir kadına sadece sağduyu bile yetebilir. Bencillik, bilgeliğe sarsılmaz bir temel kurar. (sf:270)

Yazarı: Gustave Flaubert 
Çeviren: Cemal Süreya 

Continue Reading
0 yorum

Eğer

25 Ekim 2010 Pazartesi by evo


 
O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir
büyük ayrılıklar bile en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman
meydan savaşlarında korkular aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük o görkemli son ölüm bile anlamını yitirirdi
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi kısacık kestirmelerin ardından
dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de
kartvizitinde "onca ayrılığın birinci dereceden failidir" denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı 


Can Yücel

Continue Reading
1 yorum

Münacaat

25 Eylül 2010 Cumartesi by evo

Winter Turkey Trees


Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.

Hata yapmak
fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.

Çeşme var,kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.

Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.

Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.

Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış,bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.

Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı,bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?

İsmet Özel


Oneira - Bâhar

Continue Reading
2 yorum

Ne fark eder?

23 Eylül 2010 Perşembe by evo




   Çok acımasız bir çizgi vardır hiçbir şeyin fark etmediği tam da o noktada önemini yitirir her şey, tüm zevklerin, amaçların, tüm güzellikler acıyan gözlerle bakarsın dünyaya sonunu gören falcı misali, şaşırmamaya başlamakla başlar insanların hallerine, normalleşmeye başlar tüm garipsemelerin, gittikçe mimiklerin sadeleşir, her açısını ölçmeyi bırakırsın dünyanın, "ammaaaan" sesi artmaya başlar içindeki, heyecanlarını kaybettiğini anlamak en acınası olanıdır, doyumsuz bir kanaatkarlıktır yaşadığın ...

  Eskiden bilim kurgu filmlerini sevmiyordum, romantik, iyi niyetli, koskocaman, insani hayalleri olan bir genç kızken bana çok uzaktı o tarz filmler, bu dünyayla işim bittiğinden midir bilinmez  şimdilerde çok cazipler.





Continue Reading
1 yorum

Sevmekten ne zaman vazgeçtim?

18 Eylül 2010 Cumartesi by evo





Sevmekten ne zaman vazgeçtim?
Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak, tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim....
Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim. Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim....
Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim. Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim. Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden sen olduğun için vazgeçtim.

BENCİL OLDUĞUN İÇİN VAZGEÇTİM.


Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi. Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım. Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.


Frida Kahlo





El Antifaz

Continue Reading
0 yorum

Sevmek de yorulur..

11 Eylül 2010 Cumartesi by evo



Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım
Bana bunu sessizce anlatıyorlardı
Bir yerde onların yönlerinden
alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki
bulvarların geceye vurdukları
çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri
uzunlamasına yaşayıp yatay bir çocukla kalkan
bir sürü alışkanlıklar taşıyan
insanlığımızın gülüşü yalnızlar çarşısında
çağrılmış gümüş seslerini aynadaki yüzlerin
başkası sevsin diye en seçkin yerine
bir şal gezdirirdi
insanlığımıza birşey getirirdi yalnızlara
Bir sen varsın hep saçların ağzın
Bir merdiven hücresinde
uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem
senin sonsuz gelişinle
saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor
eğilip başını içlerimden geçtiğin zaman
uzağa bir yolcuya karşı çıkar gibi
Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle
davranılmaz üstünde durulmaz
hiçbir tüfeğe gelmez kekliksem
Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde
durmuş ki bakışın boynun bozgun
üstünden bir nehir geçer gibi
ya gecedir ondan ya bulanık sudan
bir hasta gibi ağrımaktasın
Gelişini aldım onu nasıl harcadım
Denizden bulanıp okyanusa
Selam çakan vapurun
Aman o ne güzel o nasıl
Sevindik adımına birden parka çekildik
Ve birden nasıl bayram bıyıklı
Bir yaylım herkesin yaydığı bir merhabayla
Eğip başını içlerimden gittiğim zaman
Uzağa bir yolcuya çıkar gibi
Selini üstüme çektin önce
camdan bir mektup dolabının
üstüste sayısız koridorunu yüzüme yakın
başını duvara değdirmiş bir benzetişle
jozef ka benzeri bir bakışındı
ya da konuşmayı kesip aman sen
öyle bir gittin ki benimle
Piknik beni sana verdi önce 
Gelişen güneş yalnızlıktan
bir göze
Eski ellerin
Ve çağlarınla birşeye uzanmış etin
Ve hançerinle zamana saf durmuş
Son gidişindir bu
Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden
Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle
zaten hangisi kavak zürafası değil
biri bütün yan odaları bekler
kuşkulu geçer camlardan
ve bırekır yerini bir koridor bekçisine
Haydi sen bütün onlara git benimle
on sigaramdın
Gidişin antinikotin
Birden birşey mutlueşit piyano çalıyor
Elleri iki çeşit durgun
Gerçi çımıyor gelenlerin karanlığa duranların
Suya inen sesleri
Tam şimdi denizinle
bir çakıl taşına yaklaşıyor
kuma çok yakın bütün kesitlerinle
bakıyor ve bunalıyorsun
Tam şimdi ipe koşan
beni elleriyle alkışlayan
ağrıyan bir gün geliyor










Download now or listen on posterous
mohsen_namjoo_ey_sareban.mp3 (3792 KB)

Continue Reading
4 yorum

Delphine and Hippolyta

8 Eylül 2010 Çarşamba by evo


LANETLENMİŞ KADINLAR
 
(Dephine ile Hippolyte)


Hippolyte, lambaların solgun ışığı vuran
Mindelerlere uzanmış sessizce duruyordu,
Ve toy gençkızlığının perdesini kaldıran
Güçlü okşayışları, dalgın, düşünüyordu.

Sabah uyandığında nasıl başını yolcu
Çevirip mavi ufka bakarsa, tıpkı öyle,
Henüz uzaklardaki gökleri arıyordu
Fırtınalı bir anın ürküttüğü gözlerle.

Ölgün halkalardaki o tembel gözyaşları,
Bitkin, perişan hali, şehvetli üzgün teni,
Hurda silahlar gibi terk edilmiş kolları
Ve her şey süslüyordu narin güzelliğini.

Dişlediği avını öldürmeyip gözleyen
Güçlü bir hayvan gibi, Delphine, eteklerinde,
Dingin ve kıvanç dolu, baktıkça alevlenen
Gözlerini örtmüştü Hippolyte'in üstüne.

Güçlü güzellik ince güzellik önünde diz
Çökmüş ve şarabını içerken utkusunun,
Dermek istercesine ağzından tatlı bir söz,
Uzanıyordu ona doğru, sevdalı, tutkun.

Kurbanının gözünde arıyordu durmadan
Arzunun şakıdığı sessiz ilahileri
Ve uzun ahlar gibi gözkapağından çıkan
Şükran duygularını, o tatlı sözcükleri.

-Dedi: nedir düşüncen, ne dersin olanlara?
Hoyratça soldururlar, Hippolyte, tatlı yürek,
İlk güllerin kutsal adağını o kaba,
O yaban soluklara asla sunmaman gerek.

Benim öpüşüm, akşam, büyük, saydam gölleri
Okşayan susineği gibi yumuşacıktır,
Erkeklerin dudağı saban demiri gibi,
Tekerler gibi oyar, acı izler bırakır;

Atlar, öküzler gibi geçerler üzerinden,
Çiğnenirsin altında insafsız ayakların,
Hippolyte, kızkardeşim, yüzünü bana dön sen,
Ruhumsun, her şeyimsin ve öteki yanımsın,

Kutsal merhem, çevir o yıldızlı gözlerini,
Bir tek bakışın bana yeter, ey tatlı bacım,
Daha loş arzuların kaldırıp perdesini
Sonsuz düşler içinde seni uyutacağım!

Hippolyte genç başını kaldırdı usul usul:
-Pişmanlık duymuyorum, hiç de nankör değilim
Ama, ağır bir akşam yemeği yemiş gibi
Sıkıntılı ve öyle endişe içindeyim.

Sanki kanlı bir ufkun her yandan kapattığı
İşlek, uzun yollara beni sokmak isteyen
O yoğun ve o kara hayalet taburları
Çökmüşçesine ağır bir yük altındayım ben,

Diyebiliyorsan de bana, dehşetim, ruhum,
Yakışıksız, garip bir eylemde bulunduk mu?
Sen meleğim! dedikçe korkudan titriyorum,
Yine de dudaklarım gidiyor sana doğru.

Kalbimin sonsuza dek sahibi, kızkardeşim,
Artık tek düşüncemsin, öyle bakma yüzüme,
Beni yakacakları ateş ve cehennemim,
Günahımın ilki, ilk nedeni olsan bile

Öfkeyle silkeleyip perişan yelesini,
Delphine, demir kürsüde tepinir gibi, birden,
Gözleri çakmak çakmak, güçlü bir sesle, dedi:
-Kim söz edebilirmiş Aşk varken Cehnnemden?

Binlerce lanet olsun, o ilk hayalci kimse,
Lanet o budalaya, o dürüstlük satana,
Çözümsüz ve kısır bir sorunu benimseyip
Aşka dürüstlük denen saçmalığı katana!

Serin ile sıcağı, gündüz ile geceyi
Gizemli bir uyumda görmek isteyen bir kaz,
Bir işe yaramayan inmeli bedenini
Sevda denen o kızıl güneşte ısıtamaz!

Git, istersen aptal bir nişanlı bul kendine;
Kızoğlankız bir kalbi hoyrat öpüşlere sun;
Koşa koşa, dağlanmış göğsünü, bil ki, yine
Bana getireceksin, azapla dolu, solgun...

Bu dünyada herkesin bir tek sahibi vardır!
Çocuk birden acıyla haykırdı: -duyuyorum,
Şu an tüm varlığımda, benliğimde derin bir
Uçurum açılıyor; kalbimdir bu uçurum!

Volkan gibi yakıcı -ve boşluk gibi derin!
Euménide'in, elinde meşale, kanına dek
Yaktığı bu ejderin, bu inleyen yüreğin
Kanmayan susuzluğu dinmiyor, dinmeyecek.

Kopalım bu dünyadan, perdeleri çekelim,
Dinlendirsin öpüşler yorgun yüreğimizi!
Derin göğüslerinde yok olmak, tüm dileğim,
Ve bulmak mezarların uzak serinliğini!

-İnin, durmadan inin, ey acıklı kurbanlar,
İnin, sonsuz, ölümsüz cehennemin yolundan
Uçurumun dibine dalın, orda tüm suçlar
Kamçılanıp göklerden gelmeyen bir rüzgârla

Kaynar, fırtınaların, kasırgaların korkunç
Uğultusunda, koşun en son noktasına dek
Arzuların, ki onlar dinmek bilmeyecek hiç
Cezanız tutkunuzun karşılığı olacak;

Tek serin ışık sızmayacak mahzeninize
Ve işte, yarıklardan, sokak feneri gibi
Yanan kızgın mikroplar giriyor içeriye,
Korkunç kokularıyla kaplıyor gövdenizi.

Kıvancınızın buruk, doyumsuz kısırlığı
Susuzluğu dindirip derinizi geriyor,
Şehvetli teninizin öfkeli rüzgârları
Etinizi bir bayrak misali titretiyor.

İnsanlardan uzakta, gezginler, hükümlüler,
Koşun aç kurtlar gibi çöllere akın akın;
Yazgınızı kendiniz yazın, düzensiz ruhlar,
İçinizde kökleşen sonsuzluktan sakının!

Charles Baudelaire/Les Fleurs du mal

*Görsel-Lara Schnitger

BAUDELAIRE ''Lanetlenmi� Kadınlar''�iiri - (1857 / A�ustos)
Yükleyen oskinoy. - Yeni sanat videolarını keÅ�fet.

Continue Reading
0 yorum

Sarılık

31 Ağustos 2010 Salı by evo


Sarılık gibi olduk
Yolların uzunluğu,sonsuz gibi ama sonlu.
Saçma sapan yerlerdeki çıkmaz sokaklar,
Yanmayan sokak lambaları,
Ayışığı çok yetersiz.
Ne kadar saçma o kadar anlamsız,
Ne kadar anlamsız O kadar değerli.
Boş gibi ama yeri,hiç yokmuş gibi
En iyisi bir nefes 
Geçerken içimdeki derin heves... 

Continue Reading
0 yorum

Hakikat herşeyi yener (mi?)

28 Ağustos 2010 Cumartesi by evo



"ah laikse aşkımız biter elbet bir kışbaharyaz günü
gözlerin uçurumlar kaydeder avuçlarıma
bir çınar gövdesini bir hamle daha yayar
üç i
çbükey komodin silah çeker vurulur
sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar."


Ah Muhsin Ünlü-Vincit Omnia Veritas 

Continue Reading
0 yorum

Aşıkların Ölümü

20 Ağustos 2010 Cuma by evo



Yatağımız olacak ,hafif kokuyla dolu,
Divanımız olacak ,bir mezar gibi derin;
Bizim için açılmış, en güzel iklimlerin
O garip çiçekleri süsleyecek konsolu.

Son sıcaklıklarını sarfederek hovarda,
Birer ulu meşale olacak kalplerimiz;
Çifte ışıklarından gidip gelecek bir iz
İkimizin ruhunda, o ikiz aynalarda.

Pembe, lahuti mavi bir akşam saatinde,
Veda'la dolu, uzun bir hıçkırık halinde
Yanacak aramızda bir tek şimşeğin feri;
Nihayet kapıları biraz aralayarak,
Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak
Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri 

Baudelaire-Les Fleurs du mal

Continue Reading
0 yorum

Ayna

13 Ağustos 2010 Cuma by evo



Gümüştenim ve hatasızım. Önyargısızım.
Gördüğümü anında yutarım.
Olduğum gibiyim, sevgiyle ya da sevgisizlikle puslanmadım.
...Zalim değilim ben, yalnızca gerçekçiyim –
Dört köşeli, küçük bir Tanrı gözüyüm.
Çoğu zaman karşı duvarı düşünürüm.
Benekleriyle pembedir. Sanırım o denli baktığımdan
Yüreğimin bir parçasıdır. Fakat çırpınır.
Yüzler ve karanlık bizi tekrar tekrar ayırır.

Bir gölüm şimdi ben. Araştırarak
Kendisi olan ufuklarımı, eğilir üzerime bir kadın.
Sonra döner o yalancılara, mumlara ya da aya.
Sırtını görürüm, ve yansıtırım sadık bir şekilde.
Göz yaşlarıyla ve ellerin tahrikiyle ödüllendirir beni.
Onun için önemliyim. Gelir ve gider.
Yüzüdür her sabah karanlığın yerini alan.
İçimde boğdu genç bir kızı, ve korkunç bir balık gibi
Yaşlı bir kadın doğrulur ona doğru içimde günden güne.

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)





Continue Reading
0 yorum

Yalın Kayıp

4 Ağustos 2010 Çarşamba by evo

Urban fragments - 3

Yürüyordum
kalabalıkların içinde duran bir ben vardı sanki
içinden çıkamayacağım bir ben
şimdi zaman ben ötesinde
bir yerin içine hapsolmuştu
kimin içine girdiğin zaman geçen bir insan olduğumu anladığım şimdi
yürüdüğüm bu kalabalıkların insanıyım
küfrettiğimde var olan
insanların çokluğu
gibi



Continue Reading
0 yorum

Beklerken

20 Temmuz 2010 Salı by evo

291/365

1.
neden sadece halinden
ümit kesilsin
sözcük barınaklarının

düşük yapmak kısır olmaktan daha iyi değil mi

sen gittikten sonra saatler öyle ağır ki
hemen hep sürüklemeye başlayacak
arzunun yatağını kör gibi tırmalayan pençeler
eski aşklar büyütünce kemikleri
seninkiler gibi gözlerle dolmaya görsün yuvalar
hemen olması hiç olmamasından daha iyi değil mi
yüzlerine sıçrayan karanlık arzu tekrar
söylüyor dokuz gün asla yüzdüremedi batan aşkı
ne de dokuz ay
ne de dokuz ömür

2.
tekrar söylüyorum
öğretmezsen öğrenemem
tekrar söylüyorum bir son var
son defanın bile sonu
yalvarmanın son seferi
sevmenin son seferi
rol yapmayı bilmemeyi bilmenin
söylemenin son seferinin bile bir sonu var
beni sevmezsen sevilemem
seni sevmezsem sevemem

bayat sözlerin yayığı gene kalpte
eski lavabo pompasından aşk aşk aşk diye fışkıran ses
dövüle dövüle kesilmiş sütün suyu
değiştirilmesi imkânsız sözcükler

korkutuyor gene
sevmemek
sevmek ve seni değil
seviliyor olmak ve senin tarafından değil
rol yapmayı
rol yapmayı bilmemeyi bilmek

ben ve seni sevecek olan diğerleri
severlerse seni

3.
sevmezlerse seni 

-Samuel Beckett-

Continue Reading
0 yorum

Yüzleşme

14 Temmuz 2010 Çarşamba by evo


“… Oysa Antonio Pereira’ya göre geçmişin ardından gözyaşı dökmek de manasızdı, adına dövüşmek de. Ve geçmişi sıla belleyenler  ömür  boyu gurbette yaşamaya mahkûm olduklarına göre, ya hâfızayı hatıralardan uzaklaştırmak lazımdı, ya da hatıraları ait oldukları zamandan. Aksi taktirde acıtırdı geçmiş; boşyere yaralanırdı insan.”               Elif Şafak (Şehrin Aynaları)

                                          




Continue Reading
0 yorum

Sen bana birşey yapıyorsun

9 Temmuz 2010 Cuma by evo

 


"Sen bana birşey yapıyorsun...çok derinden birşey,telin üzerinde asılıyorum-asla bulamadığım aşkla,sen çok güzel birşey yapıyorsun-ve hep peşini kovalıyorsun,duygularımı karıştırıyorum-beni hep geriye döndürüyor,telde asılarak değişim bekliyorum,ateş içinde dansediyorum,sadece alevi yakalamak için ve tekrar gerçek hissetmek için,sen bana birşey yapıyorsun-çok derinde biryerde sana yakın olmayı umduğum-bulamadığım bir yer,ateşin içinde dansederek-sadece alevi yakalamak için sadece sana yakın olmak için,yeteri kadar yakın,bunu sana anlatmak için,bana birşey yapıyorsun-çok derinden birşey"




Continue Reading
0 yorum

Rakip

30 Haziran 2010 Çarşamba by evo



Gülümseseydi ay, sana benzerdi.
Güzel bir şeyle aynı izlenimi
Bırakırsın, fakat yok edicisin.
İkiniz de ışığın büyük ödünç alıcılarısınız.
Acılanır dünyaya onun O-ağzı; seninkiyse umursamaz.

Ve her şeyi taşa döndürmek senin ilk katkın.
Bir anıt mezara uyanıyorum; buradasın,
Tıkırdatarak parmaklarını mermer masaya, sigara arıyorsun,
Bir kadın kadar kindarsın, fakat o denli ürkek değilsin,
Ve yanıtlanamayacak bir şeyler söylemeye can atıyorsun.

Ay da hor görür tebaasını,
Fakat gündüz vakti maskaranın biridir.
Hoşnutsuzlukların, öte yandan,
Ulaşır mektup kutusuna hoş aralıklarla,
Beyaz ve yazısız, karbonmonoksit gibi yayılır.

Hiçbir gün yok ki senden haber gelmesin,
Dolanıp durursun belki Afrika’da, fakat düşünürsün beni. 


Sylvia Plath

Continue Reading
0 yorum

Saçtığım Saçaklı Saçmalar

23 Haziran 2010 Çarşamba by evo

 
Aksi olur bu havanın insanı
Belki de gördüğüm son şarkı
Ağzımda ıslanmayan baklalar

Bi sus gelse bana
Durmalar gelse
Beklemeler gelse
Sakinlik gelse
Gelecek gelse

Boğazda düğüm olmak
El de nasır olmak
Dil de yalan olmak
Varken yok olmak
Ne zor iş olmak

Kırmızı bızım neyimize
Siyahlar içinde emeğimize
Yanmak şimdi ne garip 
Gri bile edemediklerimize

Kabus uyanıkken görülür
Yürüyoruz bitecek
Dün gibi olur gelecek
Gözlerini ovuştur uyan
Suskunluk bazen  koca yalan

Ne diyodum
Ne zor işti olmak
Olmazların da olacak

Yaşayamadıklarını sayma
Yaşama camdan bakma

Neden sever insan yazı
Ben özlüyorum ayazı
Seviyorum pislenmiş beyazı

"Kafiye olsun diye değil"
Taziye olsun diye..
"Göz yaşlarımızı bitti mi sandın"

:) inci değildiler ama hızla döküldüler....

Continue Reading
0 yorum

Bir Ayrılış Hikayesi

6 Haziran 2010 Pazar by evo



Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...

Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...

Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...

Kadın sustu.
 
SARILDILAR

Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...

AYRILDILAR... 

Continue Reading
2 yorum

Nazım'a

3 Haziran 2010 Perşembe by evo



Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü sımsıkı etini dişlemek  sıhhatli,
beyaz bir elmanın.
Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın bahtiyarlığına benzer seni sevmek..

Nazım Hikmet Ran 



*Ne güzel seversin sen,ne güzel anlatırsın aşkını,insansın işte ..

Continue Reading
1 yorum

Teşbih

24 Mayıs 2010 Pazartesi by evo



Canımdan çıkan canın inlemeleri..
Acısı sevgisiyle yanyana duracak hep
Onu ben büyüttüm içimde,aylar boyu besledim sevgimle,umudumla, sevincimle
Tekmelerini,bana burdayım diyerek kendini belli etmeye çalışmalarını hatırlıyorum,
Uzun süren sessizliğinden,sakinliğinden
korkardım durgunluğundan hareketsizliğinden
Ona kavuşmama bu kadar az kalmışken
Zamansız başlayan sancılar....

Bakamadım bile yüzüne,hayat gömerken onu derinlere.Ellerimle kazmak istiyorum toprağı ulaşmak için ona , tırnaklarım sızlasın..

Ağaç var mezarının başında,yeşil koca bir çınar,ona sırtımı dayıyorum,ağlıyorum.Aynı toprağın suyundan içiyorlar onunla,kokusu var üzerinde,kokusunu bilmiyorum ,tam da böyle olmalıydı,içime çekiyorum..

Ben de ölsem,onun yanına gömseler beni de,ben de öyle koksam,onun gibi,çınar gibi..

En büyük acı,acının olduğu "o"andır diye düşünürdüm eskiden,"şimdi en çoktu,giderek azalacak" diye söz verirdim kendime,

"o" an bu zamanlara,mekanlara ait olmadığı için bu defa olmadı,sözüm işe yaramadı,
(Ey acı,bilmiyorum senin takvimini,lütfen anını ömrüme eşitleme)

Ağaç üşüyor,ellerim sıcak.

Ayaklarım toprağında,değiyorum sana bir yerden,orada olduğunu biliyorum kazmak ulaşmak bir daha görmek istiyorum yüzünü ama korkuyorum ya  yoksan ya hiç olmamışsan...

En iyisi hiçbir şey yapmadan öylece,usulca  başında durmak, elimi yüzümü sürüp,göz yaşlarımla sulamak 

 Hep yağmur yağsın istiyorum,güneş hiç doğmasın..Daha kolay karışıyoruz birbirimize yağmurla;ben,ağaç,toprak ve ...

Beni burada yalnız bırakın,kendi acınızla kendi boz duvarlarınıza ağlayın,
Benimle ağlamasın kimse, paylaşmak istemiyorum,kıskanıyorum ..

"en büyük acı benim,en çok benim acıyor"

Continue Reading
0 yorum